Çerçeve yaratımı yaklaşımı ilk bakışta göremediğimiz parametreleri farkederek ya da olmayan parametreleri yaratarak her seferinde baştan tanımladığın bir tasarlama yöntemi olarak tanımlanabilir. İlk bakışta gördüğümüz tasarım parametreleri sorunu yeniden tanımladan çözmeye kalkışılan problem çözümlerinde ortaya çıkar.

Eğer kimse yanıtı bilmiyorsa, “en iyi” görünen neyse onu seçiyoruz.

Tasarım ile bildik sorun çözme tarzı arasındaki ayrımın özü iki sorunlu durumu karşılaştırarak gözler önüne serebilir (Hatchuel 2002). Bir cumartesi gecesi toplanmış bir grup arkadaşı aklınızda canlandırın. İlk sorunlu durum şudur ki “izlemek için iyi bir film arıyorlardır” ve diğer senaryo ise “iyi vakit geçirmek” için bir araya gelmişlerdir. Hatchuel ilk durumun bildik sorun çözme tarzıyla halledilebileceğini, ama ikincisinin tasarıma dayalı dışaçekimi gerektirdiğini öne sürer.

Bu durumlar arasında üç önemli farkın olduğunu belirtir.

1-Tasarıma dayalı dışaçekim durumu, durumun en baştan bir çerçeveye konulduğu (“iyi vakit”) anahtar bir kavramın genişletilmesini içerir. İyi vakitin ne olacağına dair baskın bir tasarım yoktur, dolayısıyla bir tanıma varmak için hayal gücüne ihtiyaç vardır.

2-Tasarım durumu bir çözüme varmak için “öğrenme gereçleri”nin tasarlanmasını ve kullanılmasını gerektirir. Bu öğrenme gereçleri deneyleri simülasyon tekniklerini, bu bağlamda ise dışarda vakit geçirmek için farklı senaryolar hayal etmeyi içerir.

3-Toplumsal etkileşimlerin kavranışını ve oluşturulmasını tasarlamak tasarım sürecinin kendisinin bir parçasıdır. Arkadaş grubunun bir çözüm hayal etmek, bu görüşü birbirleriyle paylaşmak, çözümü değerlendirmek ve hangi yoldan gidileceğine karar vermek için bir yöntem geliştirmesi gerekir. Ve tecrübeler gösteriyor ki bu süreç asla kolay değildir.


Çerçeve yaratmanın ilkeleri

Bağlama saldır

Yargıyı askıya al

Karmaşıklığı kucakla

Odağı uzaklaştır, genişlet ve yoğunlaş

Kalıpları ara

Temaları derinleştir

Çerçeveleri keskinleştir

Hazırlıklı ol

Anı yarat

Nihayete erdir


Sosyal konutun muhtelif zorluklarına dair

Batı’daki ilk sosyal konut projeleri endüstriyel devrimin işçilerini barındıran 19.yüzyıl varoşlarını temizleme hareketinin bir parçasıydı. İkinci dünya savaşından sonra değişen hayat koşulları  beraberinde hızlı bir üretimi getirdi. Şehirlere eklemlenen insanların hızlı bir şekilde bu yaşam tarzına adapte edilmesi gerekiyordu. Bu dönemde ortaya çıkan planlanmış kentler insanlara sadece yaşama alanı sunmuyor aynı zamanda onların yaşam tarzlarını da değiştirmeye yönelik idealist bir yaşam sunuyordu. Bu ütopyacı bakışın oturduğu zeminin odağı hız ve ölçekti. İnsanı birer unsur olarak gören bu büyük ölçekli planlamaların hayata geçmesini sağlayan hızlı üretim teknikleri ile kısa sürelerde bir yapıyı inşa etmek mümkün hale gelmişti.

Oluşturulan şehirlerde hayat gittikçe pahalılaşıyor ve yaşamak güç hale geliyordu. Gidebilenler başka idealist yaklaşımlı planların parçası olurken kalanlar ise buralarda sıkışıp kalıyordu. Bu sıkışıklığın içinde suç oranları artıyor ve gidenler buralara yüz çeviriyorlardı.

“Toplumsal ıstırap kuşaktan kuşağa aktarıldıkça yerleşiklik kazanır.” Bu alanlarda gelen göçmen işçiler yoksulluk içinde büyüyen yeni bir kuşağı yetiştirmiş, fırsat yokluğunda duyulan genel hüsran da kolayca ataletin ve katı, sinik bir sokak kültürünün doğmasına yol açmıştı.

Bu türden konutlarda suç faaliyetleri birden yükselir ve daha da kasvetli bir halin oluşmasına sebebiyet verir(Hanley 2007). Binaların kendileri “göklerdeki varoluş” şekline bürünüp başarısızlığın apaçık sembollerine dönüşür. Kötü bir biçimde tasavvur edilmiş kamusal mekânlar ruhsuz bir atmosfer yaratır ve pek çok konutun görece yalıtık oluşu (yetersiz ulaşım, yetersiz dükkânlar  ve en önemlisi yetersiz okullar) sakinler nezdinde bir düşüş eğilimine sebep olur.

Şimdi pek çoğu kendilerini işlerine adamış sosyal hizmet görevlilerini arkalarına alarak kiracı topluluklarını destekliyor. Fakat onların bildik sorun çözme stratejileri hâlâ “tuğlalar ve çimento”ya odaklanır ve toplumsal sorunlar bunaltıcı hale geldiğinde, fiziksel çözüm yolları ararlar (binaları yıkar ve en baştan yaparlar).

Bu göz korkutucu derecede karmaşık sorunları ele almanın başka yolları olacaktır, tabii su sorunun binalara dair olmadığını en baştan idrak edersek.


Çevrelerindeki dünyanın akışkan dünyasının bütünüyle ayırdında olan organizasyonlar bile çoğu zaman evvela sorunu tanımlamadan ileriye doğru adım atamayacaklarını hisseder. Fakat sorunu tanımlamak suretiyle, farkına varmadan bağlamı da dondururlar ve bu hamle genelde yeni çözümlerini uygulamaya koymaya çalışırken daha sonra başlarına dadanacak büyük bir hatadır. Sorunun vaktinden önce tanımlanıp sabitlenmesi yoluna gitmeden, açık, karmaşık, dinamik ve ağ tabanlı sorunlu durumları ele almak üzere yeni yaklaşımlar geliştirilebilir.

Bu sorun çözme semptonları:

-Yalnız savaşçı: Bir taraf sorun çözme sürecinde tüm kontrolü eline almaya çalışır ve kendini genelde sorun çözme alanının dışında konumladırır. Bu taraf başkalarının dahiliyetini “müdahale” olarak görecek ve amansızca sergilediği motivasyonun takdir edilmediğini, yanlış anlaşıldığını hissedecektir.

-Dünyayı durdur: Bu tür süreçler bizden dünyayı durdurmamızı, sorunu yalıtmamızı ve tek seferde biz çözümü bulmamızı bekliyor gibidir.

-Bizzat oluşturulan kutu: Tüm organizasyonlar yeni bir sorunla karşılaştıklarında onu önce geçmişte işe yaramış yöntemlerle ele alır.

-Rasyonel üstünlük: Temelde, bu ilk üç sendromun belirtilerini açıkça gösteren tüm organizasyonlar sorunlu durumla başa çıkmada sergiledikleri yöntemin baştan aşağı rasyonel olduğundan ve bundan başka hiçbir şey yapamayacak olduklarından emindir.

-Özdeşleştirme: İnsanların organizasyonun değişmez DNA’sı olarak gördükleri şeyle kurdukları duygusal bağ çok güçlü hale gelebilir.


Barınma meselelerini yeniden çerçevelemeye dair insanları birbirlerine bağlayacak hikayeler:

https://geheugenvanoost.amsterdam/

Amsterdam’da bir mahallede insanların mahalleye özgü anılarını paylaştıkları bir web sitesi kurgulanmış. Etnik kökenlerinin farklı olduğunu düşünen ve birbirlerini hor gören mahalle sakinlerinin bu hikayelerler birlikte birçok ortak noktaları olduğunu farkederek bir bağ kurmasına sebep olmuş.

Azınlıkların yerleştiği bir mahallede hayata geçirilen bir web sitesi ile insanların mahalleye geçmişlerine ait hikayeler anlatması istenilmiş ve kimsenin bilmediği bağlantılar ortaya çıkmış. Bu da mahalle halkını birbirine bağlayacak bir unsura dönüşmüş.

İnsani düzlemde bir yaklaşım ve gündelik hayatı doğrudan etkiliyor

Yaklaşım proaktif. Sadece sorun çıkaran kişilere odaklanılmıyordu.

Kent ölçeğinde bir tarih müzesi insanları birbirlerine bağlayacak hikayeleri görülebilir hale getirdiği için toplumsal değişime doğrudan önayak olabilir.


Kendilerini kurtarması için “fikir”e bel bağlamak, olur da bir fikir yakalarız diye yüzeysel biçimde etrafa laflar saçarak beyin fırtınasına girişmek, ancak çok daha bilinçli şekilde çalışmak için gerekli becerileri geliştirip deneyimleri biriktirememiş çaylak tasarımcıların yapacağı bir iştir. (Lawson ve Dorst 2009)

İnsanlar bazen tasarımı irrasyonel bir şey olarak görür, zira tasarlamak bütünüyle nesneleştirilebilir, kapalı bir rasyonellik biçimi değildir: Tasarım içkin bir biçimde açık uçludur, çünkü bir tasarım sorununun daima birden fazla çözümü vardır.

Bilim, ilişkilere dair ortaya atılan kalıbın muhtemelen “doğru” olduğu (zira bu kalıbın mevcut gözlemlere uyduğu) önermesine dair bir mutabakata varılıncaya kadar birbirlerinin hipotezlerine meydan okuyan ve bu hipotezleri yanlışlayan bilimciler arasında hiç durmadan süren tartışmalar sayesinde ilerler.

Yenilikçi Çerçeve: Tasarımın Getirdiği Yeni Düşünme Biçimleri / Kees Dorst / Koç Üniversitesi Yayınları